Şöyle bir dolaşıyorum.

Delilik doğuştan mıdır, sonradan mı alıp bavulunu gelir, bilmiyorum. Çok da önemi yok zaten. Var mı yok mu, önemli olan bu. Hiç gitmiyor aslında. O nedenle ara sıra gelmesi gibi bir durum söz konusu değil. Bir süre sonra delilik dediğin şeyin, senin kişiliğin olduğunu anladığında dolabını, raflarını falan düzenlemeye, iyice yerleşmeye başlıyor. Artık misafir olmadığını anladın mı? Yavaştan çıkaracaksın yedek anahtarları naapalım.

Dışardan baktığında görünmez benimkisi. Öyle kendini bağıran hiçbir şeyi sevmediğim gibi, bunun da bir egzantiriğini seçtim. Mesela denize bakıyorsun ya  uzaktan, kıpırtısız görünüyor, hava da güneşli, atlıyorsun koşa koşa suya. İşte ben atladığımda sevinç gösterisini dalgalanarak göstermeye başlıyor deniz. Şimdi sen denizi dalgalı diye yargılayabilir misin? Yeri gelince yüzmek yerine suda zıplamayı da sevmeye başlıyorsun.

Tabiatına aykırı olamayacağını yaşayarak öğreniyor insan. Savaşmayıp rahatlamayı, kendinin keyfini sürmeyi bilmek güzel. Bugün dünyanın neresinde yaşıyorum, ne dinliyorum, ne izliyorum, kimi okuyorum bilmiyorsun. Şarabımı kadehine doldurduğumda, odamdan çook uzaklarda gezinip dönüyorum yerime anın içinde. Hayıflanmakla bitmiyor artık bu seyirlerin sonu, çünkü güzelliğine eriyorum. Çünkü pür-i pak mutlulukların değil, dolu dolu nefesin öyküsüyüm ben.

 https://soundcloud.com/rachmaninov-1/schubert-rosamunde-1?in=holofiralily/sets/my-classic-time


Yorumlar

Popüler Yayınlar